28 Mayıs 2012 Pazartesi

"HAYATIMI SIZLANARAK GEÇİRMEYECEĞİM!"

Chanel ismini ilk duyuşum, parfümüyle ilgiliydi sanırım. Marilyn Monroe'nun 'yatarken tek giydiğim şey' dediğini okumuştum bir yerlerde. O zaman dikkatimi çekmişti. Tabii bir de ünlülerin kullandığı parfümler arasında, sıklıkla adına rastladığımı hatırlıyorum.




Sonra bir gün kitapçıda Chanel'in biyografisine rastladım yeni çıkanlar bölümünde. İçine baktım, sevdim, ama önceliğim değildi almadım. Sonra aradan bir iki yıl geçti, önerilerine çok kıymet verdiğim bir tanıdığımdan, bu kitabın methini duydum. Bir ara alırım diye aklıma yazdım. Hayat, ihtiyacınız olan şeyleri siz anlayana dek önünüze çıkarır ya, işte o hesap, dönem dönem alsam diye düşündüğüm, ama hep ertelediğim bir kitap oldu benim için. Sonra bir gün, hiç hesapta yokken, nasıl olduğunu bile anlayamadan, alıverdim ve okumaya başladım, kısa bir süre evde dinlendirdikten sonra...

Hayatım roman klişesini duymayan yoktur; ama Chanel'in hayatını, bu denli iyi özetleyecek başka bir cümle de kurulamaz herhalde.

Zor hayatlar güçlü karakterleri mi buluyor acaba diye düşünerek okuduğum bir kitap oldu Chanel.

Özellikle kadın okurların mutlaka okuması gereken tam bir hayat dersi, O'nun hikayesi.

KİMSESİZ, TACİZ, TECAVÜZ...
Annesi hasta, babası sorumsuz bir seyyar satıcı. O kadar sorumsuz ki ikinci gebelik ve kız tarafının baskısı sonucu nikah kıymak aklına geliyor. İkinci çocuk ise daha sonra Coco olarak anılacak olan Gabrielle.

Babanın peşinden gitmek için sürekli taşınmalar, annenin kötüleşen hastalığı ve beklenen son... Son taşınmalarında, babanın üvey kardeşi tarafından tacize uğrayan Gabrielle, ablası çok zeki olmadığı için ailenin tüm yükünü taşımak zorunda kalır. Hatta annesi ölürken, ablasını, O'na emanet eder.

Annesiz kalınca, manastıra bırakılırlar babaları tarafından. Gabrielle, bu terk edilmişliği içine sindiremese de "hayatımı sızlanarak geçirmeyeceğim" diye söz verir kendine.

Gönderildikleri ikinci manastırda, ablası bir pederin tecavüzüne uğrar ve bebeği olur.

BİR ŞARKIYLA COCO OLMAK...
20 yaşında, manastırdan mezun olup terzi yamağı olarak çalışmaya başlar, yaşıtı olan halasıyla birlikte. Halasının davetli olduğu lokale birlikte gittiklerinde, butikte hizmet verdiği ve kendisiyle ilgilenen bir teğmenle karşılaşır. Lokalde canlı müzik vardır ve şarkı söyleyen kişi beğenilmeyince, kalabalıktan şarkı söyleyecek biri aranır. Teğmenin yönlendirmesiyle sahneye çıkıp babasından duyduğu 'Qui qu'a vu Coco dans' şarkısını söyler. Öyle beğenilir ki lokal 'Co-co Co-co' tezahüratıyla inler. Sahneden inerken, Teğmen Etienne, Gabrielle'ye "Sen benim için hep Coco olacaksın" der. Gabrielle, duyduğu ilk andan itibaren, bu isimden hiç hoşlanmasa da sesini çıkarmaz.

Butikte hazırlanan tasarımları hep abartılı bulur. Hatta bir keresinde, son provası yapılan bir giysinin, kendince fazlalıklarını atarak müşteriye satmayı başarır. Tabii bu davranışı butik sahibi tarafından hoş karşılanmaz. Butik sahibinin "Bir daha olmasın" tehdidine "Bir daha olmayacak; çünkü ben gidiyorum" ile karşılık verir. O sırada Teğmen Etienne ile arkadaşlıkları ilerlemiş, kır evinde birlikte yaşama teklifi almıştır.

ETIENNE, TERZİ YAMAĞINI ANLAMAZ
Birlikte yaşam, başlarda güzeldir. Ama Coco'nun, teğmenin annesiyle tanıştırılacak soylulukta olmadığını fark etmesi uzun sürmez. Öyle ki ailenin, kır evine geleceği zamanlarda evde olmaması uygun görülmektedir. Yine böyle bir dönemde, halasıyla şehir merkezinde gezerken, teğmenin arkadaşı Boy Capel ile karşılaşır. Boy, yakınlardaki dairesinden alması gereken belgeler olduğunu söyleyince, onunla gider ve yakınlaşırlar. Bundan böyle, teğmenin evinde kalmasına rağmen, Boy ile buluşmaya devam edecektir.

Coco bir yandan iki erkek arasında kalsa da zaman zaman Etienne'in durumdan haberdar olup olmadığından şüphelenip "Acaba malı, elden ele mi geçirdiler?" sorusunu sormadan edemez. Metres olma düşüncesi onun kabul edebileceği bir şey değildir. Üretmeye karar verir ve aklına ilk gelen şapka tasarlamaktır. Ama Etienne, onunla aynı fikirde değildir. Manastırda yaptığı nakışın gülünç bulunması gibi şimdi de şapka yapma isteği gülünç bulunur. Oysa başkalarının onunla alay etmesinden nefret etmektedir. Çünkü her seferinde, ruhunun tırmalandığını hissetmektedir.

Barınma ve beslenme kaynağı Etienne'dir. Bu durum Coco için zaten yutulması zor bir lokmadır ama Etienne'nin "Sunduklarımın şimdilik sana yetmesi gerektiğine inanıyorum" ifadesi Coco'nun kabul edebileceği bir şey değildir. Etienne'e meydan okuyarak bu iş için Boy'dan yardım isteyeceğini söyler. Coco'nun Boy'u tercih etmesi fikrine tahammül edemeyen Etienne, şehir merkezinde pek de kullanmadığı dairesini, Coco'ya atölye yapması için tahsis eder. Böylece Coco'yu kendi kontrolünde tutacağını sanır. Yanılır...

Coco, hemen tasarıma başlar. Ama şapkaları alışılmışın dışındadır. Şehrin ileri gelen hanımları, bu tarzı anlayamaz. 'Paris'e demir atmış ama anlaşılamamış büyük yaratıcı, ağlamak istiyordu, hüngür hüngür ve hıçkırarak ağlamak. Ama bir şey onu tuttu. Yarım saat önce işine inanıyorduysa, elbette bir burjuva bozuntusu onun cesaretini kıracak değildi. Yola devam edilecekti ve madem ki kışkırtılmıştı o da meydan okumayı sürdürecekti. Daha sıradışı, daha cüretkar ve daha da Chanel olarak...'

'Birkaç kez bütün planlarından vazgeçmeye bile yeltendi. Paris'i, hayallerini ve kimsenin beğenmediği o lanet olası şapkalarını bırakıp gitmek istedi. Onu ayakta tutan, manastırlarda geçirdiği çetin yılların verdiği dayanıklılıktı. Umutsuzluğa kapılabilirdi ama vazgeçmezdi. Acının gösterilmemesi gerektiğini öğrenmişti. Asla! Öteki türlü kendi zayıflığı, başkalarının elinde en öldürücü silah halini alırdı. Hayattan aldığı ders buydu.'

Coco, şapkalarını tanıtmak için sosyeteye bir davet vermenin işe yarayacağını düşünür. Boy da Londra'dan dönüşte, çocukluk arkadaşı Saksonya Prensesi'ni partiye getirme sözü verir. Davetliler, şapkaları olmasa da prensesi görmek için davete katılmışlardır. Prensesin, davete Coco'nun tasarımlarından biriyle katılması yeter. Önceleri müşteri yokluğundan ve şapka satamamaktan şikayetçi olan Coco, artık küçük apartman dairesinin, alışveriş için hücum eden hanımlara yeterince saygın hizmet verememesinden korkar olmuştur. İşlerini büyütmek ister ama Etienne ona yine metres muamelesi yaparak "Şapkacılık oynadığın yeter. Sen bir terzi yamağıydın. Bugün sahip olduğun her şeyi bana borçlusun" der. Coco, bir kez daha kendisine engel olmaya çalışan Etienne'e "Pekala, terzi yoluna tek başına devam etmeyi yeğliyor" diyerek cevap verir. Etienne, "Boy'la arandakileri biliyorum, hatta ona mektup yazıp seninle ilişkisi konusunda ona resmen izin verdim" dediğinde Coco, nefreti bir kez daha tadacak ve Etienne'i terk edecektir.

TEK SEVDİĞİ ADAM: BOY CAPEL
Artık hayatı boyunca sevdiği tek adam olan Boy ile yaşamaya başlamıştır. İşlerini de ilerletmektedir. Çünkü Boy, onu her anlamda desteklemektedir. Balıkçı ve denizci giysilerinden esinlenerek yeni sezon için nemden ve sıcak havadan etkilenmeyecek bir kreasyon hazırlar. Dere kenarında yaptığı yürüyüşlerde, en yeni giysilerinin mankenliğini yine kendisi yapar. Havludan hazırladığı ve o döneme göre son derece açık saçık mayosu başlarda tepki görse de sonradan kabul görür.

Bu sırada manastırda kalmayı seçen ablası vefat eder. Boy'un referansıyla ablasının oğlunu o dönemin en prestijli okuluna gönderir.

İşleri de kazancı da büyümektedir. Etienne'nin yaptığını bir gün Boy da yapar endişesiyleBoy'dan o güne dek aldığı her kuruşu hesaplatır ve Boy'un banka hesabına yatırtır. Boy'un itiraz etmesine "Sen bana hayallerimi gerçekleştirmem için para verdin. Şimdi ben hayallerimin bir bölümünü gerçekleştirdiğime göre artık bu parayı iade etmeliyim" açıklamasıyla izin vermez.

O dönemde Coco'nun rakibi olan tasarımcı, kadının belki de ilk kez ayak bileklerini ortaya çıkararak delice bir cesaret sergilediğini öne sürer. Coco, buna yine kendi yöntemiyle ve eski ilkeleriyle yanıt verir. "Eğer kadın özgür olacaksa, gönül rahatlığıyla baldırlarına hatta dizlerine kadar özgür olabilir." Daha önceki zor seçimlerinde olduğu gibi başlangıçlar yüzünden vahşi saldırılara maruz kalsa da gidişat onun haklı olduğunu bir kez daha gösterecektir.

TRUVAKAR CEKET
Artık sorun, eldeki kumaş miktarıdır. Savaş öncesi işleri kötü giden bir sanayici, moda üreticilerine satma niyetiyle çok büyük miktarda jarse kumaş almıştır. Ama jarse, yoksul, ucuz ve şık giysilere kesinlikle yakışmayacak bir dokuma olarak kabul edildiğinden olduğu gibi elinde kalmıştır. Coco, tüm stoklarını satın alır ve bu kumaştan neler çıkarabileceği üzerine kafa yormaya başlar. Jarseyi kesip biçmek çok zordur. O halde bel bölgesini vurgulamaktan vazgeçmeye karar verir. Bel hizasına dümdüz inen truvakar bir ceket tasarlar. Daha önce denenmemiş bir modeldir bu, ama Chanel'dir. Moda dünyası bu tasarımı 'hayal ve yetenek dolu' olarak tanımlar.

İNCİ KOLYE
Bu dönem, Chanel'in sürekli yeniliklere imza attığı bir dönemdir. Opera gösterileri için kostümler hazırlar. Rubaşka'yı tasarlar. Değerli olmayan hayvan kürkleriyle pek çok giysi üretir ve değersiz olan mücevherleri meşrulaştırarak bijuteri pazarına katkı yapar. Hatta boynunu saran yapay inci kolye, onun vazgeçilmezi olur ve sonrasında da sıklıkla taklit edilir.

SİYAH DAR ELBİSE
1926'da Etienne'nin ölümünün ardından giydiği yas giysisi 'siyah dar giysi' olarak tarihe geçer. Bu model, altmışlı yılların başında, Hollywood sineması ve özellikle de Audrey Hepburn sayesinde, müthiş bir dünya modası haline gelir.


VE CHANEL NO.5
Bu dönemde, Coco'nun rakipleri, parfümler yaratmaya başlamıştır ve etrafındakiler onun da bu yeni sınavda yerini alması gerektiğini söylemektedirler. Parfüm, Coco'nun umrunda bile değildir; ama bu tür yan ürünlerin satışlara yaptığı katkıyı da inkar etmez.

1920 yılında, bir arkadaşıyla cafede otururken, arkadaşının yoldan geçen beyi selamlaması dikkatini çekmez. Ta ki arkadaşı, Coco'ya dönüp, selamladığı kişinin kimyager Mösyö Beaux olduğunu söyleyene dek. Demek laboratuvarı da yakındadır öyle mi, o halde Coco'nun onunla hemen tanışması gereklidir. Coco, laboratuvara şöyle bir bakınır, kendisini tanımayan kimyagere işiyle ilgili birkaç soru sorar ve "Benim için devrim niteliğinde bir koku hazırlamalısınız" der. İki ay da müddet verir.

Mösyö Beaux, iki ay sonra, 24 farklı kokuyla Chanel'e gider."Karışmamaları için her birine bir numara verdim, koklayın ve hangisini daha çok beğendiğinizi söyleyin."
Coco, 5. ve 22. kokuyu beğenmiştir.


Bu kokuların siparişlerini verip yürüyüşe çıkar. Sokakta gördüğü kübist tarzda yazılmış bir afişten esinlenip, atölyesine döndüğünde, parfüm şişesinin şeklini çizer. Şişe, inanılmaz yalınlıkta, köşeleri yuvarlatılmış saydam bir dikdörtgen prizmadır. Çizdiği taslağı, kristal kullanarak formlar yaratan tanıdığı bir heykeltıraşa verir. Şimdi geriye kalan bu kokuya bir isim bulmaktır. Mösyö Beaux'a bir önerisi olup olmadığını sorar. Kimyager, "Benim önerimi istiyorsanız o zaman size derin ve şık bir ad aramanızı öneririm. Belki de eski Fransız şiirlerinden esinlenirsiniz" derken Coco, onu dinlemekten vazgeçmiştir bile. Şişeyi eline alan Coco "Bu, beşinciydi değil mi?" diye sorar. "Evet, etiketini çıkarttım ama doğru beş numaraydı." "Tamam, kararımı verdim. Adı, Chanel No.5 olacak." Mösyö Beaux itiraz eder: "Bağışlayın Matmazel, sanırım anlamadım. No. 5 bir anlam taşımıyor. Ben onu öteki şişelerden ayırmak için yazmıştım." "Bu önemli değil, adının böyle olmasını istiyorum." der Chanel. Mösyö Beaux bir kez daha itiraz eder. "Ama Matmazel, böyle bir şey şimdiye dek kimsenin aklına gelmemiştir." Chanel'in cevabı "Mükemmel! Beni şimdi daha iyi ikna ettiniz. Demek ki ilk olacağım. Bu sefer de..." olur.

Chanel, artık yorulmuştur ve işlerden elini eteğini çekip gölgede bir yaşam sürmek ister. Ancak bu dönemde bile İngilizler tarafından, Almanlar adına casuslukla itham edilir.

71 YAŞINDA YENİDEN BAŞLAYACAK KADAR CESUR
Ve Chanel gölgede geçen on beş yılın ardından 71 yaşında yeniden başlamaya karar verir. Defile sonrası, herkes Coco döneminin şanıyla kapanmış olması ve bir daha asla ortaya çıkmaması gerektiğini düşünürken O "Ben karanlıktan korkmam" diye haykırmaktadır. Anlaşılamamıştır. Bir kez daha... En azından Avrupa'da. Çünkü Amerika moda dergileri, kraliçelik tacını ona layık görmekten kaçınmaz. Öyle ki 1957'de ABD'de '20. Yüzyılın En Büyük Yaratıcısı' olarak ilan edilecek 'Neiman Marcus Ödülü' ile onurlandırılacaktır.


2 Mayıs 2012 Çarşamba

Bir adamı çok sevdiiiimm Hi LiLi, Hi Lo

Bu kez eski bir filmden bahsedeceğim. Hani şu eskimeyip klasik olanlardan(nereden duydum ben bu ifadeyi). Tabii benim için(ya kim için olacaktı)… Çocukluğunuz benim gibi TRT’nin tek kanallı dönemine denk geldiyse, siz de kuklalara kilitlenen bir dönem yaşamışsınızdır muhakkak(yok sen ilk ve tektin). Ne de olsa Muppet Show çocuklarıyız(öyle miyiz). Bayan Piggy’nin kaprislerinden bunalan Kermit’in çırpınışlarını, içiniz burkularak izlemediniz mi hiç(tınmadım bile diyenler buraya)? Yardım etmek istemenize rağmen, elinizden bir şey gelmediği için Bayan Piggy’e diş bilemenin ne demek olduğunu bilir misiniz? Ben bilirim(burada sağlam bir arabesk girer)! Ama onlardan bahsetmeyeceğim şimdi(eee boşuna mı okuduk). Bahsedeceğim film, yine kuklalarıyla ilgimi çekmişti de ondan bu girizgah(pes!).



Lili, 1953 yapımı bir film(başlangıç, pek bir didaktik oldu ya, hadi hayırlısı). İlk TRT’de rastlamıştım yine(çok etkisinde kalmışsın çoook TRT'nin). Ve kuklalar nedeniyle gözümü alamamıştım( ). (eee, burada iç ses yok mu). Onda da Bayan Piggy gibi yıldız bir kukla vardı. Ama daha insancıldı(bak seeen). Sarışın, bukleli saçlı, parlak ayakkabılı ve kabarık etekli bir elbisesi vardı(kabarık etek ve kız çocuğu, anlıyoruuum). Marguerite’nin kendi gibi arkadaşları da vardı(çekici hatun vesselam, yalnız kalması düşünülemez). Havuç Kafa, Dev Goal ve Kurt Reynaldo (bu hatun arkadaş seçmeyi bilmiyor, söylemedi deme bak). Bir de onları oynatan kuklacı: Mel Ferrer(aha!). İlk izlediğimde, kuklalarla konuşan kızı ağlattığı için ne kızmıştım O’na(burnuma bir koku geliyooor, geliyooor). Kuklalarla konuşan kız da Leslie Caron (güzel kız, o adam bakmaz sana).

Daha çok 'Hi Lili, Hi Lo' şarkısıyla meşhur(biliyorum). Duyduğunuzda, bir yerlerdentanıdık gelir muhakkak(biliyoruz dedik ya). Hatta eşlik etme isteği uyandırır(tamam, anladık). Hiç değilse nakaratına(sen beni dinliyor musun?).
http://www.youtube.com/watch?v=6yjatYPuVr4&feature=related

Çocukluğumu hatırlattığı için mi severim bu filmi; yoksa naif bir aşk öyküsünü barındırdığı için mi karar vermek zor(ayak yapma bize şimdi). Sanırım ikisinden de(hah şöyle, yola gel)… Çünkü ilk gençlik yıllarımda (yaşlılık diyemeyenler gençliğini ilk, orta, orta sonrası vs. diye adlandırır durur) bir kez daha rastladığımda, bu kez kuklalardan ziyade, aşk öyküsünün farkına varmıştım(demeee). Hatta kızdığım Mel Ferrer’a bu kez vurulmuştum(Allah Allah). Kabul ediyorum, yufka yürekliyim. Kıza yardım eden iyi adam rolüne kayıtsız kalamadım...



Gerçi biraz farklı bir görüntüsü vardır Mel’in(samimiyetine kurban). Hatta filmde, etrafında adeta bir aura vardır(oooho, bu gidişat iyi değil). Oyunculuk da döktürmüyor aslında(döküüül, dökül bakalım). Şablonvari hareketler sanki(yuh yani, sattın adamı iki dakikada). Ama gönül işte, sevince görmüyorsunuz tüm bunları(o adam da sana yüz verirse, ben de bir şey bilmiyorum)… Bir de mutlu son var filmde(ben dedim, bu gidişat iyi değil diye). Toyuz. Mutlu bitmeyen sonları boykot ediyor bünye, o vakitler(hey gidi günler heeey). Haliyle, senaryonun etkisiyle de olsa büyük aşk yaşıyorum(platonizm zim zim zim)

Şimdi internet icat oldu mertlik bozuldu ya(evet). Bambaşka bir film ararken önüme çıktı bir kez daha Lili(bıraaak, dönerse senindir edebiyatına girmesek…). Eski aşk tabii, kayıtsız kalamadım(tabiiii, tabii, yerden göğe kadar haklısın). Oturdum, bir kez daha izledim(oturmak iyi fikir). Tebessümle ve Hi Lili, Hi Lo şarkısını söyleyerek(ay ne romantiiiiik).

Bugünün filmlerindeki o katılıktan uzak, çocuksu, naif bir film(hı hı). Biterken nasıl bir hafiflik hissi bırakıyor geride anlatamam(biterken mi, siz de duydunuz mu biterken dedi). Bir de yüzde tebessüm (depresyon belirtileri bunlar)...
 
 İzleyin(başka işiniz yok mu sizin)!